araştırmanın bakış açısı

Araştırmanın Bakış Açısı: Şüpheden Sanık Yararlanır

Bu web sitesinde bulacağınız içerikler Failin Kim Olabileceği bilgisi değil ”Failin Kim Olamayacağı” bilgisine dairdir. Failin kim olduğunu tespit etme görevi iddia makamına yani savcıya aittir. Biz bu çalışmada 251 şehit gerçeğinin kapısını aralamaya çalışıyoruz. Sadece asker kişilerin değil çok farklı dünya görüşüne ve çok farklı mesleklere sahip olan ve aynı zamanda 251 kişinin katilleri yaftasıyla da yaftalanan bir sosyal grubun masumiyetini ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu web sitesinde yer alan ”Çözülen Olaylar” başlığı, ölümlerle ilgili askerlerin sorumluluğunun bulunmadığını ortaya koyan deliller anlamına gelmektedir. Bu olaylar savcılık ve mahkemece gerçek failler bulunmadığı sürece FAİLİ MEÇHUL OLAYLAR niteliğindedir.

Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi Nedir?

Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi ceza yargılamasında ispat konusunda bir hususun kesin olarak aydınlatılması, aydınlatılmadığı durumlarda oluşan şüphenin ise sanık lehine yorumlanması gerektiğini ifade eden bir ilkedir. Esasen bu ilkenin varlığı masumiyet karinesinin bir uzantısını teşkil eder. Bir kişinin üzerine atılı suçun varlığı onun suçlu bulunduğu anlamına gelmez. Kişinin suçlu olduğunun mahkemece ortaya konmasına kadar masum olduğu temel bir hukuk doktrinidir. Suçluluğun ortaya konması somut, kesin, maddi delillerle mümkündür. Buna göre ortada bir şüphe varsa bunun yargılama makamlarınca giderilmesi, şüphenin giderilemediği durumlarda ise bunun mutlaka sanık lehine yorumlanması gerekmektedir.[1]

Türk Ceza Mevzuatında Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göre ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilmesinin tek yolu budur.[2]

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

Sözleşmenin 5. Maddesi ve 6. maddenin 2. fıkrası, masumiyet karinesi ilkesini düzenler. Masumiyet karinesi, diğerlerinin yanı sıra, şunları gerektirir: (1) Bir mahkemenin üyeleri, görevlerini yerine getirirken, şüphelinin/sanığın isnat edilen suçu işlediği önyargısı ile yargılamaya başlamamalıdır; (2) İspat külfeti, iddia makamının üzerindedir; (3) Herhangi bir şüpheden, sanık yararlanmalıdır[3]

İslam Hukukunda Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

Şüpheden sanığın yararlanması ilkesi, esasında beraat-i zimmet kaidesinin bir unsuru veya neticesidir. Bu ilke, şüpheli sıfatıyla mahkemeye sevk edilen kimsenin, mahkumiyeti için yeterli delil olmaması durumunda beraatına karar verilmesini ifade eder. Yani suçluluk kesin delillerle ispatlanamadığı sürece masumiyetin devam edeceğini bildirir. Şüphe, cezayı düşüren bir faktör olarak kabul edilir.

Bu kaidenin temelinde de “suçlu bir kimsenin cezasız kalmasının, masum bir kimsenin mahkum edilmesine tercih edilmesi” düşüncesi yatar. Perygamberimizin (s.a.s) şu ifadeleri de buna delalet eder: “Elinizden geldiği kadar Müslümanlardan had cezalarını düşürünüz. Eğer suçlu için çıkar bir yol varsa onu hemen salıverin. Yetkilinin affetmede yanılması cezalandırmada yanılmasından daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Hudud 2)

Peygamber Efendimiz (s.a.s) mü’minlere, kesinlik kazanmadıkça had cezalarının düşürülmesini emrettiği gibi, kendisi de zina ettiğini düşündüğü bir kadını, elinde yeterli kanıt bulunmadığı için cezalandırmamıştır. (İbn Mâce, Hudûd 11) Onun, “Şüphenin bulunduğu bir yerde had cezasını düşürmem, onu uygulamaktan daha sevimlidir.” (İbn Ebî Şeybe, Musannef, 5/511) şeklindeki ifadeleri de bu konudaki temel tutumuna işaret eder.

Peygamber Efendimiz’in, şüphe bulunduğu takdirde had cezalarının düşürülmesini emreden ifadeleri, cezalarla ilgili içtihatlarda oldukça etkili olmuştur. Fakihler, cezaları düşüren şüpheler alanını olabildiğince geniş tutmuşlardır. Hâkimler, âdeta cezayı uygulamak için değil, elde edecekleri bir şüphe sebebiyle onu düşürmek için uğraşmışlardır. Serahsî, fakihlerin bu konudaki genel tavrını şu sözleriyle açıklar: “Hadleri uygulamak için değil, onları düşürmek için hal çaresi (ihtiyal) aramakla emrolunduk.” (el-Mebsut, 9/103) Arkasından da kadı’nın haddi düşürmek için çözüm araması üzerinde durur.

Bildiğiniz gibi her bir kasten öldürme suçu için bir ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmektedir. İdam cezası kaldırılmadan önce bu cezanın yerine idam cezası verildiğini düşündüğümüzde cezanın ağırlığını anlayabiliriz. Böylesine ağır bir ceza; disiplin amirlerinin uyarma cezası dağıttığı gibi ele alınmamalıdır. Fiil ve fail ilişkisini ortaya koyan ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ele alınan soruşturma ve yargılamalar olmaksızın ceza verme yoluna gidilmemelidir. Peki, yukarıda belirtilen ilkelere göre 251 Şehit’in tespitinde nasıl bir yol izlenmeliydi?

ADLİ MUAYENE RAPORLARINDA;

  • Beden ve kıyafet muayenesinin yapılıp yapılmadığı,
  • Yaralanma kaynağının mermi mi, şarapnel mi olduğu,
  • Ölüm zamanı belirlenip belirlenmediği,
  • Merminin bıraktığı hasarın ne olduğu,
  • Adli Muayene Raporunun olup olmadığı,

OLAY YERİ İNCELEMESİ İLE İLGİLİ;

  • Hangi bölgeden atış yapıldığı tespitinin yapılıp yapılmadığı,
  • Hangi mesafeden atış yapıldığı,
  • Silah çalışma durumu kontrolü ile çekirdek silah uyumunun incelenip incelenmediği,
  • Silahın türü gibi araştırmaların yapılıp yapılmadığı,

FAİL YA DA ŞÜPHELİDEN ÖRNEK ALINMASI KONUSUNDA;

  • Swap (barut izine dair inceleme) alınıp alınmadığı,
  • Parmak izi alınıp alınmadığı,
  • Kullandığı silahın cinsi, seri nosu ve kullandığı mermi tipinin ve balistik /kriminal incelemesi yapılıp yapılmadığı,
  • Üzerinde (el, yüz ve kıyafetinde) barut izi incelemesi yapılıp yapılmadığı,

OLAY YERİ İLE İLGİLİ;

  • Kroki yapılıp yapılmadığı,
  • Görgü tanığı kontrolünün yapılıp yapılmadığı,
  • Fotoğraf ve video çekimi yapılıp yapılmadığı,
  • Bölgede bulunan güvenlik ve MOBESE kamera kayıtları incelenip incelenmediği? Kameralar hakkında bilirkişi raporlarının olup olmadığı?
  • HTS kayıtlarına bakılarak olay yerinde olup olmadığının teyidi gibi tüm bu kontroller en temel olmazsa olmaz kontrollerdir. Bunlara ek olarak olayın biçimine uygun olarak hakimin takdiriyle başkaca kontroller de istenir.

Oysa dosyalara baktığımızda tam tekemmül etmediklerine ve bu başlıkların birçoğunun ihmal edildiğini görmekteyiz. Mevcut yargılamalarda, az da olsa ”askerler şehit etti denen kişilerin” sonrasında kalp krizi, başkaca trafik kazaları, yüksekten düşme gibi sebeplerle vefat ettiği ortaya çıkmıştır. TÜİK verilerine göre normal zamanlarda sadece İstanbul ilinde 1 günde 240 ölüm yaşanmaktadır. Normal ölümlerle, varsa (!) askerin kasten neden olduğu ölümler çok iyi ayrıştırılmalıdır. Rejim yargısı maalesef “şüpheden savcı yararlanır” veya “şüpheden hakim yararlanır” ilkelerini düstur edinerek çok büyük haksızlıklara sebebiyet vermiştir.

[1] https://www.ahmetekin.com/supheden-sanik-yararlanir-ilkesi/

[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31/03/2009 tarih ve 2008/6-256 Esas ve 2009/79 Kararı

[3]  (Barberà, Messegué ve Jabardo v. İspanya, § 77).